Neden bilmiyorum ama çocukluğumda sık sık gittiğimiz bir çay bahçesini özlüyorum. Oldukça sade bir yerdi. İskemleleri ve masaları tahtadandı. Boylu boyunca renkli ampullerle aydınlanırdı ve kırmızımsı bir rengi olurdu havanın. Çevresinde ateş böcekleri dönerdi. Ve biz kardeşimle hep koşardık ebeveynimiz otururken. Çocuklar koşmayı çok severler. Kelebekler gibi hep koşarlar. Hep uzaklaşmak isterler oturdukları yerden. .
MASALLAR ÜLKESİ
Cumartesi Saat Beşi Çeyrek Geçe
"Cumartesi Saat Beşi Çeyrek Geçe" Hedablida Seslendiriyor
RUH
Ruhumuzu merak ederiz hep. Nasıl bir şeydir? Vücudun neresindedir? Şekli, şemali, rengi, kokusu var mıdır? Ölünce uçup giden saydam bir kopyamız mıdır? Bir bilmece gibi döner durur sorular beynimizde. Bilinmeyen her şeyde olduğu gibi çekici gelir bu gizemin peşinde koşmak… Bir hedefe ulaşamayacağımızı bile bile sürüklenir gideriz peşinde… Benim ruhum göğsümün içinde bir taş nicedir.
MÜKEMMEL ERMİŞ
Bazan karşısına birisi çıkar ve insan hayatını bir hıyar olarak geçirmekten kurtulur. Bir insanı tanımanın buna yetmeyeceğini düşünenler vardır elbette. Bir insan bir hayat, bir insan bir kitap, bir insan bir dünyadır. Ve biz bu üçünden çok şey öğreniriz. Çoğumuz bir mürşit arıyoruz. Mükemmel olmasını istiyoruz. Osho’nun dediği gibi; "Mükemmel Ermiş " aslında acınası bir
GÜLEN EV
Eşyalar güler mi insana? Koltuklar,masalar falan? O gelince bana gülüyor hepsi birden. Fotonlar tekmil adını haykırıyorlar. Lambalar daha cok parlıyor, Fesleğenler adeta coşuyor... Hızla dönsem arkamı Bardakların dansını yakalayacağım biliyorum. Balkondaki karıncalar bile tören havasında piyasa yapıyorlar. Kitaplarım kendilerini parlatıyorlar belki alır inceler diye, Daha bir fiyakalı duruyorlar. Gösterişi hiç sevmeyen evime ne oluyor böyle?
SIR
Cümle aşkları izledim inci dizili bir gerdanlık gibi. Yoktu birbirinden farkları. Bir şelale gibi çağlıyordu benlik her yerde İpin ucunu bir türlü bulamadım.
SAAT-İ SEMEN FAM
Ah o ses... O hem aşık hem tatlı ses. Kimi zaman azarlayan bir adamdır Kimi zaman doğası kahkahanın... İçimde şahlandırır tüm renkleri. Ah o ses... Tanıdık bir hayal gibi kulaklarıma gelir gider yeniden Bulaştırır neşesini muhayyilemde tüm ruhuma. Canlanıverir tüm çiçekler,böcekler. Yeşillenir tüm haşmetiyle sedirler. Portakal çiçekleri,hanımelleri,fuller taşar mekanlarından Çağırır her tınısında beni tüm içtenliğiyle
FERONIA ÖLMESİN
Çağlar öncesinde Alkestis idim karşında, Persephone bile saygı duydu aşkıma... Mars’ın karanlık dehlizleri gibi uzanıp giderdi gözlerin, Tutuşup gözlerime değdiğinde... Ben ben olmaktan çıkar, İçimdeki İştar’ı sunardım ellerine... Köprülerimin ucunda bir Adonis gibi beklerken sen, Nasıl reddolunurdu çağrıların? Aynı eldi saçlarımı okşayan Ve aynı eldi bedenimi haykırtan... Bir ’muse’ gibi şakırdım aşkımı Dansederdim Mehet-uret’in, Gizli
SEN UYURKEN
Bir nehir akıp gidiyordu sen uyurken, Bilmediğin diyarlarda geziyordun o sırada sen. Oysa bambaşka bir yerlerde, Bir sevgilinin bedeninde aşk ne seyehatler yapıyordu, Bilmiyordun. Bir devir kadar büyük bir zaman geçti üzerinden... Yollarımız ayrıldı. Geriye şiirlerin kaldı; Okurken hüzne boğan şiirler, Bir zamanlar neşe veren içtenlikleriyle. Kelimeler de ölebiliyormuş, Bunu öğrendim.
SOYLU ŞÖVALYEM
Arzın merkezinde bir adam... Lal taşı gibi; Lavdan aydınlık, Ateşten sıcak, Bir avuç su gibi ilaç... Göğsümü göğsünde hapseden aşk; Kaçtıkça çoğalır, Yandıkça kucağında harlanır... Ey benim kaderimin güzel gözlü nişanı! Ey ömrümün zarif neşesi! Ruhunun evidir yüreğim. Gözlerimin aynası. Soylu şövalyem... Neresidir evim bilmiyorum, Yanında değilsem eğer...