ÇOCUK RUHU

Küçük bir çocukken; belki 6 belki 7 yaşındayken,  bahçelerinden akasya koparttığım için feci şekilde dövmüştü bir genç beni.  Benden büyüktü.  O zamanlar bana göre epey büyüktü.  Şimdi düşünüyorum da; belki 13-14 yaşlarındaydı,  bilmiyorum ama kafama kafama öylesine vurmuştu ki; o acıyı; o anıyı her düşünüşümde tekrar tekrar yaşıyorum.  Dayak yerken,  elimden düşen salkımları istemiştim bir de.  Ben de yüzsüzmüşüm.  Anneme götürecektim.
‘’Nasıl olsa kopardım,  alabilir miyim? ‘’ diye sormuştum.  Ne arsızmışım.  O acımın içinde,  hala anneme çiçekleri götürebilme umudum vardı.

Yay Burcu çocuklarını tanır mısınız? Çok soru soran,  patavatsız,  çok gülen ve hayatı ciddiye alınacak bir yol gibi değil de,  eğlenilesi bir oyun parkı gibi gören,  bilgiç,  aklına yatmayan şeylere mantıklı tezlerle karşı çıkan ama aynı zamanda hayalperest,  istediklerini elde etmek için büyük bir iyimserlikle çabalayan,  parayı çok harcayan ama ona değer vermeyen komik çocuklardır.  Bir yolunu bulup işlerini her zaman hallederler.  Ben de çiçekleri alabilmek için:

‘’Nasıl olsa kopardım. ‘’ diyordum.  Ama cevap popoma yediğim haşmetli bir tekme olmuştu.  Bu olayı,  yıllar yıllar geçtiğinde anneme,  babama anlattığımda çok üzülmüşlerdi.  Çocukların aklı farklı çalışıyor.  Belki çoğu çocuk babasına anlatıp o çocuğu dövdürtürdü.  Ama ben susmayı tercih etmiştim.  Belki de,  bahçeye girip çiçekleri kopartmamam gerektiğinin bilincindeydim.

Artık bir genç kız olan 17 yaşındaki yeğenim Yağmur bir gül koparırken çekilen görüntümü görünce beni tehdit etti:

‘’Ünlü bir yazar olduğun zaman bu görüntünü yayıp seni rezil edeceğim. ‘’dedi.  ‘’Yıllar önce Melodi’yle ( diğer yeğenim ) bana,  sana çiçek kopartıp getirdiğimiz için bir ton laf saymış,  çiçekleri kopartmamamız gerektiğini söylemiştin. ‘’ Ona bitkiden izin aldığımı ve solmadan önceki son gününü yaşadığını söylesem de ikna olmadı.  Ama ben sevindim bu çıkışına.  Çünkü gerçekten de Çiçek dalında güzel.  Ve gene aklıma o anı geldi.  Bu anıyı hiç unutmadım ama beni yaralayan bir anı da olmadı hiçbir zaman.  Sadece unutmadım.  Belki de her insanın çocukluğundan kalan böyle yaşanmışlıkları vardır ara sıra su üstüne çıkan.  Annem anlatmıştı bir anısını ve işte bu olay,  beni ne zaman hatırlasam çok üzüyor.  Hatta o adamı bulup bir tokat atma isteğimle savaşıyorum.  Annem 13-14 yaşlarındayken burnundan ameliyat olmuş.  Sonra bir kanaması olmuş ve büyükbabam Onu doktora götürmüş.  Sultanahmet’te oturuyorlarmış o zamanlar.  Bir pazar günü… Nöbetçi doktor odaya girmiş.  Büyükbabam dışardaymış.  Annem içinden adamın çok yakışıklı olduğunu düşünmüş.  Söylediğine göre; Cüneyt Arkın’a benziyormuş.  Annemin burnundaki tamponu çekince birden kan fışkırmış ve bembeyaz lanet gömleğine kan sıçramış.  O anda anneme bir tokat atmış.  Bu satırları yazarken bile çok sinirleniyorum.  Evet; yanlış okumadınız: Burnundan ameliyat olan,  kanama şikayetiyle gelmiş bir çocuğu tokat atmış.  Annem neye uğradığını şaşırmış.  Hiçbir şey söyleyememiş.  Ve çok utanmış.  Sonra bu doktor müsveddesi büyükbabama:
‘’İyi ki getirmişsiniz,  ölebilirdi. ‘’ demiş.  Annem bunu kimseye söylememiş o zamanlar.  Bana anlattığında o kadar çok üzülmüştüm ki; odama gidip gizlice ağlamış hatta dedektif tutup o adamı bulup tokatlama hayalleri kurmuştum.  Ama adam çok yaşlı olmalıydı ve belki de ölmüştü.  Yine de Onu rezil etmeyi,  Hipokrat yeminine ihanet ettiğini,  insan olmadığını söylemeyi hala çok istiyorum.  Bana yapılan şeye değil ama anneme yapılana karşı kindarım.  Sağlıkçılara şiddete karşıyım elbette ama böyleleri de insanı zıvanadan çıkartıyorlar. İnsan bazen hayvansı yanına alet olabiliyor.

Örneğin; 20li yaşlarda gittiğim bir doktor vardı.  Çok hastaydım.  Boğazım şişmişti,  yutkunamıyordum.  Ayakta duracak halim yoktu.  Çalışacak halim olmadığını söyleyip üç gün rapor istemiştim.  Ne derdi vardı bilmiyorum ama çok sinirliydi.  Kaba saba konuşup her sözümü tersleyerek oradan ağlayarak çıkmama sebep olmuştu.  Kanımda enfeksiyon vardı ve rapor vermişti istediğim gibi ama moralimi darmadağın etmişti.  Evime gidip saatlerce ağlamış,  boğazımın iyice şişmesine sebep olmuştum.  Adı Serdar olan bu kurum doktorunu da aklımın bir köşesine kaydettim.

Yazar olmanın böyle de bir avantajı var.  🙂

İstediğiniz kötü insanı rezil edebilir,  kötülüğünü okurken utanmasını sağlayabilirsiniz.  Tabii ben henüz ünlü olmadığım için o kötü doktorun bundan şimdilik haberi olmayacak ama olsun,  bu bile güzel.  40 yaşımdan sonra ben de kindar olduğumu fark ettim ama yapacak bir şey yok.  İnsanlara duyduğumuz öfkeyi içimizde uyutmayı pek doğru bulmuyorum artık.  Çünkü o zaman o acı,  asit gibi bizi içten içe kemiriyor.  Anlatmak bile bir intikam yolu oluyor,  insanı rahatlatıyor.

Mini mini babamı döven ilkokul öğretmenini de ifşa edeyim bari hazır anlatmaya başlamışken.  Öyle dayakçı,  öyle dayakçı bir adammış ki; kendi çocuklarını bile salağa çevirmiş adam.  Kimisi korkudan dilsiz olmuş kimisi ise ödlek.  Halam bile korkudan okula gitmek istemiyormuş.  O derece nam salmış.  Ölmüş yıllar önce.  Şimdi nerede,  hangi formda bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa; iyi bir durumda olmadığıdır.  Kimsenin hayallerinde,  anılarında güzel değil bu adam.  Benim minicik babamı ve diğer çocukları gönül rahatlığıyla dövüyormuş.

Bu yazıyı yazarken; nasıl bir ruh halindeyim bilmiyorum.  Birden aklıma geldi.  Bu insanların yaptıkları bilinsin istedim.  Biz çocukların boş kasetler gibi beyninde,  nasıl fırtınalar estirdiklerini,  oraya kaydolup hiç unutulmadıklarını bilin istedim.  Bir çocuğa; söylediğiniz en küçük söz,  bazen aşağılayıcı bir bakış asla unutulmuyor Bunu bilin.  Çocuktur,  deyip geçmeyin.  Ben çocukluğumda yaşadıklarımla başa çıktım ama hiç unutmadım.  Fakat başa çıkamayıp güçlü yaralar alan ve yaralarıyla büyüyen çocuklar da oluyor ve Onlar asla iyileşmiyorlar.  Çocuklar bizim abaküslerimiz,  oyun hamurlarımız ya da kara tahtalarımız değiller.  Oyun bahçelerimiz de değiller.  Bizim gibi olmaları,  bizim istediğimiz,  doğru bulduğumuz yoldan yürümeleri de gerekmiyor.  Onların dini inanışlarını şekillendiriyoruz.  Şu ayıp bu ayıp diyoruz,  cinsiyetlerine göre roller belirliyoruz.  Onları azarlıyor, küçük düşürüyor; benim evimde kurallara uyacaksın,  diyerek yaralıyoruz.  Onun evi değil mi o ev?

Onlara sadece iyi insan olmayı öğretsek? Bıraksak,  hangi yoldan gideceklerini kendileri seçse! Zaten ergenlikten sonra ne yaparsanız yapın,  kontrol kendilerinde,  Onlara kırılmamış,  incinmemiş sağlam bir çocukluk hediye etsek,  nasıl olur?

Kendi adıma; çocukluğumda yaşadığım yoksunluklara hiç takılmadım.  Ama bana yapılan adaletsizlikler,  laf sokmalar,  cezalar,  incitici sözler hep aklımda kaldı.  Başa çıktığımı düşündüm ama belki de bir parça gücümden alıp götürdüler.  Bunu bilemem.  Belki de böylece güçlendim.  Anaokulunda annemin sınıf beslenme saati için yaptığı böreğin tarifini vermek için parmağımı ısrarla kaldırırken:

‘’Aman Elif,  hadi ver de rahatla. ‘’ derken Sabahat öğretmenin yüzündeki alaycı bakışı fark edip;  ‘’Hayır,  vermeyeceğim. ‘’demeseydim,  Güzel Yazı dersinde yüzümü mürekkeple boyayınca,  beni tahtanın önüne çağırıp: ‘’Ne bu yüzünün,  gözünün hali? ’’ diyen patavatsız ilkokul öğretmenime cevap vermeden sırtımı dönüp gitmeseydim,  kırış kırış mandalsız defterime bakıp herkesin ortasında:  ‘’ Karnende temizlik ve düzen notun 1 ’’ olacak diyen öğretmenime omuz silkmeseydim belki bu denli kırılıp tekrar kendimi onarmayacak,  daha güçsüz olacaktım.  Belki de Onlara teşekkür etmeliyim,  bilmiyorum.  Belki de güçlenmek için övülmek,  yüreklendirilmek,  sağlam bilgilerle donatılmak da güzel,  geçerli bir yoldur.

Ama bildiğim bir şey var: Çocuklar da ince imaları anlayabiliyorlar,  acıyı yıllarca taşıyabiliyorlar.  Kinlenip intikam hissiyle dolabiliyorlar.  Çocukluğumuzu hatırlayarak çocuklara yönelelim.  O zaman Onları anlarız ve yaralamayız.  İnanın bunu hissettirdikleri çok daha mükemmel.

Nereden biliyorsun diye düşünebilirsiniz.  Çünkü bir zamanlar ben de bir çocuktum.  Ve o günleri hala çok iyi hatırlıyorum.