SAKLI BAHÇE

Şımarmış yokluğunla baş edebilmek kadar zordu uykusuzluk. Çünkü bir ihtimal diyerek uykuya sığınıyordum ağrı kesici gibi. En kötüsü rüyama girdiğin günlerdi. Kötü görsem bir başka acı, iyi görsem bir başka acı kavuruyordu pişmekten biçare yüreğimi. Çam ağaçlarının altında sonsuzluğa doğru koşmak istiyordum ormanlarda. Fakat öyle bir özgürlüğün bile riski vardı. Böyle tenha yerlerde başıma bir şey gelebilirdi. O yüzden şehrin kalabalık güvenliğinde kayboluyordum en çok. Gözlerime ışık değmesini hiç sevmezdim eskiden beri. Suçlular ışığa arkalarını döner derler. Oysa ben suçlu da değilim. Sisli, puslu, soğuk havaları sevmemi yalnızlığıma bağlayanlar çoğunluktaydı. Çünkü birçok insan kalıplaşmış açıklamaları kabullenir. Ve bunlara yasalar gibi inanırlar. Nereden bilsinlerdi seninleyken de yağmuru, karı seviyorum? Her ne kadar baharda düşmüşsem de ana rahmine, ben bir kış çocuğuydum. Örtüsünün altında madenler saklayan bir Toprak Ana olurdum üzerinde çiçekleriyle, böcekleriyle cıvıl cıvıl bir Toprak Ana yerine. Daha temkinli, daha gizemli, daha dengesiz. . . Tanıdıkça, içine girdikçe sıcaklığı anlaşılabilen.

Hepsi bir yana; kendimi tandıkça zorlaşıyordu yaşamak. Daha çok beklenti, çok daha fazla müşkülpesentlik yerleşiyordu sıralamalarıma. Bir bir ayıklıyordum çevremdekileri.  Ukala değildim ama paylaşacak şeyim azalıyordu gitgide. Boş geliyordu artık çoğu şey. Sen bile. . .  Hatalarınla düşüyordun gözümden. Daha az doğal daha az iradeli oluyordun. Farkındalığımız artsın isterdik hep. Bu iyi miydi, kötü müydü bilmiyorum. Küçük bir bakış, sesteki bir çatlaklık bana ne çok şey anlatıyordu. Ve bu acıyla yaşamak zorundaydım.

Evet, yokluğun hayli şımarmıştı. Sen ise sahte gülümsemenle sahte selamlar gönderiyordun satırlarında. Kendince subliminal mesajlar vermekti amacın. İdrak edemediğin ise; başkaları için subliminal olan bu mesajların benim kafama balyozlar gibi indiğiydi. Ne ödlek adam diyordum. Makyaj yapılıp tabutta yatırılmış ölüler gibi sahte. Oysa biraz dürüst olabilseydin ah! Bu sinsiliğinin altında korkuların yatıyordu. Kendini koruma korkun. Bana karşı gereksiz bir kalkan. Anlayamıyordun.

Seni düşünüyordum mermerden oyulmuş bir Tanrı Heykeli gibi… Süslüyordum ikimizi hayallerimde. Ama hiç yanyana koymuyordum. Hep karşı karşıya. Sonra yukardan seyrediyordum ikimizi. Çekip gitmemi istiyordum kendimi seyrederken. Ve ardında bıraksın seni. Çok daha az kıskandığım için belki de, daha çok öfkeleniyordum gözlerine. Bir vahşi gibi saldırıp üstünü-başını yırtmak istiyordum. Sarsmak seni kendine gelene dek ve hadi git şimdi demek istiyordum.

Sen beni zayıf, zaaflarının esiri gibi görüyordun belki de. Ama ben seni hiç aramıyordum.