NOEL AĞACI

ÇÜNKÜ BİZ KANMAK İSTEMİŞTİK. . .

Son günlerde ne çok kızıyorum kendime.  Ve birçok kadına da…  Ne çok üzmüş, harap etmişiz kendimizi.  Ve etmeye devam ediyoruz belki de.  Aşk adına…  Aşk için… Mükemmellermiş gibi saçlarının tellerinden başlayıp ayak parmaklarına kadar övdüğümüz bu adamların bu kadar ebedileştirilecek ve dahi edebileştirilecek ne özellikleri var acaba? Birisi küçük bir söz söylese amansızca savunmaya geçip aslında bize ne kadar değer verdiğini ispatlamaya çalışırız.  Gerçek bu mudur peki? Hayır tabi ki.  Amaçları doğrultusunda,  canları istediğinde inceleşip bir kaç tatlı söz söyleyen bu adamlar geri kalan zamanlarda hep üzmediler mi bizi? Hep aldatıp bir de bizi kıskançlıkla suçlamadılar mı? Ama biz o bir kaç dakikada duyduklarımızla o kadar mest oluruz ki,  diğer zamanlarda yapılan muameleyi pek çabuk unutuverir,  dahası tolere ederiz.  Yetmiyormuş gibi; hele ki bir dostumuz bizim için üzülüp bir şey söylemeye kalksa bozuluveririz.

’ Aslında O da çok üzülüyor.  Her zaman kendisi de söylüyor sana karşı ayıp ediyorum,  yaptıklarımdan hoşnut değilim diye.  ’ gibi saçma bahaneler sunarız bir zavallı görüntüsü çizdiğimizin farkında olmadan.  Be hey kardeşim; madem O da üzülüyor,  yaptıklarının yanlış olduğunu hem biliyor hem itiraf ediyor,  ne demeye yapmaya devam ediyor o halde? Şeytan mı girmiş içine?

Kimisi işi üstümüze-başımıza karışmaya kadar vardırdı.  Biz gene de yıkadık pakladık tahta oturttuk.  Sanırım kadınların doğasında var bu.

Eski bir arkadaşım vardı.  Bekarlık günlerinde bir kız arkadaşıyla paylaşıyordu evini.  Karşılarına yine ev arkadaşı olan iki genç çıkmıştı.  Bir akşam yemeğine evlerine davet etmişler bizim kızları.  Onlar da gitmişler.  Ertesi gün işyerlerinde bir arkadaşlarına gençlerin tavırlarından bahsetmişler.

‘’Çok kibarlardı,  otururken sandalyemizi çektiler.  Şöyle yaptılar, böyle yaptılar vs.  ‘’ diye ev sahiplerinin yaptığı hazırlıkları falan etraflıca anlatmışlar.  Adam dinlemiş,  dinlemiş sonra:

‘’Bunlar gayet normal davranışlar.  Her insan evine gelen misafire böyle davranır.  Siz gariban muamelesi görmeye alıştığınız için normal bir nezaket bile size muazzam geliyor.‘’demiş.

Gülmekten ölerek dinlediğim bu olay beni etkilemişti.  Çünkü çok doğruydu.  Normal bir insanda bulunması şart olan şeyler sevgilimizde bulunduğunda ne kadar da mutlu oluyorduk.  Bu uğurlu ve meziyetli insanı hem kalbimizde hem dilimizde hem de gözümüzde büyütüyor,  yüceleştiriyorduk.  Bize şehirleri, eşyaları, kokuları senelerce unutulmayacak nirengi noktaları haline getiren bu adamlar gerçekte nasıl adamlardı?

Bazen bir kadının uğruna aptallaştığı,  müptela olduğu adamlara şöyle bir bakarım.  Nesi var bunun,  ne kadar sıradan,  aksine vasıfsız ve kötü yönleri ağır basan kaba bir adam diye düşünürüm.  Nedir Onu bu kadar vazgeçilmez kılan peki? Hiç bir benzeri ya da muadili yokmuş gibi eşsizleştirdiğimiz adeta Tanrısallaştırdığımız bu adamlar ne yapıyorlardı bunu hak etmek için? Edebiyatı zirveye taşıyorduk içimizde anlatırken… Zannederdiniz ki adam bir çağı açmış,  bir çağı kapatmış.  Adaletli, dürüst, merhametli akıllı da üstelik.  Gözler dipsiz bir kuyu,  dudaklar ballı incir…  Ziyadesinin bakışları şimşek gibidir ve parmakları kaleme benzer.

Neden? Neden adam bir hödük gibi bizi hırpalarken ( elbette ruhsal olarak ),  biz neden bu kadar kör ve kendini hipnotize edercesine bağlıyızdır bir hayale ?

Onu da yeni anladım.  Hayallerimizin zenginliği ölçüsünde süsleyip püsleyip bir Noel Ağacı gibi ışıklandırdığımız bu adamlar aslında sadece bizim yansımamız.  Beklentilerimizin,  arzularımızın ,  içimizdeki açlığın vardığı noktadaki hayal kahramanlarımızla özdeşleştiriyoruz Onları.  Ve öyle olmadıkları için de acı çekiyoruz.  Ama içinde bir yerlerde,  aradığımız O adamın gizli olduğunu düşünüp ha çıktı ha çıkacak diye bekliyoruz.  Ben bunu geç de olsa farkettim.  Kendi süslediğim bir Noel Ağacıyla olacağıma,  varsın olmasın hayatımda birisi.  Huzurlu ve onurlu bir içe dönüş daha evladır özsaygımı törpülemekten.  Şiirlerimizde ve yazılarımızda konu mankeni olarak kalsınlar daha iyi. . .
Ne dersiniz?