Ruhumuzu merak ederiz hep. Nasıl bir şeydir? Vücudun neresindedir? Şekli,
şemali, rengi, kokusu
var mıdır? Ölünce uçup giden saydam bir
kopyamız mıdır? Bir bilmece gibi döner durur sorular beynimizde. Bilinmeyen her şeyde olduğu gibi çekici gelir
bu gizemin peşinde koşmak… Bir hedefe
ulaşamayacağımızı bile bile sürüklenir gideriz peşinde…
Benim ruhum göğsümün içinde bir taş nicedir. Bir zamanlar aynı yerde ateş olduğu gibi… Sıkıverip içimi küçültür, sonra tüm debdebesiyle küçülttüğü bu yeri
işgal eder, sanki o uçsuz bucaksız köşkü
bir küçük odaya dönüştüren kendisi değilmiş gibi genleşiverir. İter duvarlarını
haince ve tuhaf bir ironiyle… Sanki, ben nasıl istersem öyle kavrayacaksın beni der
gibi küstahça!
Heybetinden korkarım. Çünkü bu naif bedenim savaşamaz asla onunla. Bir şahlansa binlerce parçaya ayrılıvermeye öylesine
hazırım ki titrerim. Ruhumun ateş gibi
yandığı anları düşlerim. Dizginlenemeyen
bir yangınla yandığı… Ve içimin en derin
noktasını esir alan bir cazibeyle tutuştuğu zıvanadan çıkmış ruhumu düşünürüm.
. . Bedenimle kardeş gibidirler o zaman. Yaktıkça pişirir, pişirdikçe delirtir. Delirttikçe güçlendirir. Sağlamlaştırır her
bir molekülümü… Ve büyütür içimdeki
köşkü, yatağından çıkan bir asi nehir gibi… Asil bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla
yerleşir içimdeki evine. Durmadan büyüyen evreni kıskandırmak istercesine
çoğalırız birlikte. Yine korkarım. Korkarım kabımdan taşıp patlayıvermekten… Coşku
ile hükmeder bana çünkü. Mutlulukla.
Ben ruhumu uzun zamandır merak etmiyorum. Çünkü
onunla birebir mesaideyim nicedir. Kah iter, sıkıştırır, içimde taş olur dibe
batırır, kah yakar kavurur, bir füzeye çevirip evrenin derinliklerinde
dansettirir. Kah dingin akan bir pınar gibi köşesinde avutur, uyutur. Kendisini
bana öylesine güzel gösterir ki gönlümde, onu aramanın içime bakmak demek
olduğunu anlatır. Susturur, haykırtır, ağlatır, yabanileştirir, arsızlaştırır, çıldırtır…
Ama ne yaparsa yapsın bana kendisini gösterir her büyüttüğünde… Adımı fısıldar;
ben senim, sen bensin derken…